Kitap Tanıtımı: “Gönülçelen”

Kitap Tanıtımı: “Gönülçelen”
15 Ekim 2016 22:05

“Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum. Sonra, onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner.”

Gönülçelen ya da daha çok bilinen adıyla Çavdar Tarlasında Çocuklar,  J.D. Salinger’in tek romanı. Eser ilk olarak 1951 yılında Birleşik Krallık ve ABD’ de basıldı, özgün adı : The Catcher in the Rye. Türkçe’ye ilk olarak 1967 yılında Adnan Benk tarafından “Gönülçelen” ismiyle çevrildi. Daha sonra bugün daha çok bildiğimiz hali olan “Çavdar Tarlasında Çocuklar” ismiyle Coşkun Yerli tarafından Türkçe’ye yeniden kazandırıldı. İlk basıldığı  yıllarda ahlak dışı ve açık saçık bulunan roman, uzun yıllar ABD’ nin birçok muhafazakar bölgesinde yasaklı kaldı. İlginçtir : ABD’de lise düzeyinde hem en çok yasaklanan hem de en çok okutulan kitaptır. Ayrıca stylist.co.uk sitesi tarafından yapılan “En iyi ve en ikonik 100 giriş cümlesi” listesine birincilikle giren roman, yine aynı site tarafından hazırlanan “En iyi 101 kapanış cümlesi” listesinde 15. sırada yer almıştır.

Gönülçelen, Holden Caulfield adlı 17 yaşında bir gencin birkaç gününü anlatıyor.  Hikaye, Holden’in okuduğu Pencey Prep’ten, Noel’den önce kovulmasıyla başlıyor, devamında olaylar Holden’in yurttan da ayrılmasıyla gelişiyor. Kalacak yeri olmayan Holden, hemen ailesinin yanına dönmek istemiyor, bunu yerine Nev York’a gidiyor ve bize başından geçenleri anlatmaya başlıyor. Anlatı boyunca Holden birçok insanla karşılaşıyor ya da bahsediyor; fakat bu insanların çoğunu yapmacık buluyor. Ergenlikten yetişkinliğe geçen kahramanımızın insanların samimiyetsizliği canını sıkıyor. Salinger’in duru anlatımı sayesinde  Holden’in içinde bulunduğu duygu durumunu net bir biçimde anlayabiliyoruz. Holden konuşmayı seven bir karakter değil, hayata karşı sinirli. Kuşkusuz bunun  en büyük sebebi lösemiden hayatını kaybeden kardeşi Allie’dir. Salinger,  kahraman anlatıcı bakış açısıyla yazdığı için, kendinizi Holden’in yerine koyabiliyorsunuz. Holden ile ağlayıp, Holden ile gülebilirsiniz. Ancak Salinger’in yalın anlatımı ne demagoji yapıyor ne de hayatı toz pembe bulutlar içinde sunuyor. Salinger, 198 sayfa boyunca yalnızca birkaç günü anlatıyor; ancak bu durum hikayeyi boğmuyor, aksine merak duygusu uyandırıyor.  Holden’in başına inanılmaz olaylar gelmiyor, aslında günleri oldukça sıradan geçiyor; fakat merak ögesi hiçbir zaman kaybolmuyor. Hikaye Holden’in eve dönmesiyle bitiyor, bizlere ise kitabın son bölümünde 1950 yazından yeniden sesleniyor : “Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.”

“Bir şeylere üzülüyorsam, tuvalate gitmem gerekse bile gitmem. Üzülmekten gidemem. Üzülmeyi bırakıp gidemem.”

“Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim.”

“Her sokağın sonuna gelişimde, lanet adımımı kaldırımdan aşağıya attığım an, karşıya varamayacağım diye bir duyguya kapılıyordum. Sokağın dibine batacak, batacak, batacaktım ve hiç kimse görmeyecekti beni bir daha.”

“Elli yıl önce, ben çocukken de aynı şarkıyı çalarlardı. Atlıkarıncaların iyi yanlarından biri de bu zaten, hep aynı şarkıları çalıyorlar.”

“Yani, bir şeyi yapmadan önce, ne olacağını nereden bilebilirsiniz ki? Yanıtı belli bunun; bilemezsiniz.”

Nisa Aybala AVCI

Nisa Aybala Avcı

Nisa Aybala Avcı

Bir nisa panda aramaya çıkmış...

Bir Yorum Yazın