Kadarını bilmediğimize inanıyoruz hep, ölçülü şeyleri sevmiyor insanoğlunun doğası, ne kadar sevdiğimizi bilmiyoruz, ne kadar özlediğimizi, ne kadar nefret ettiğimizi, ne kadar arzuladığımızı ve çoğu zaman ne kadar pişman olduğumuzu.
İnsanın hayatının en çok kullandığı ölçüsü olan “kadar” acaba Nazım’ın dediği gibi tavanı kadar sokağın ve dibi kadar cehennemin mi.?
Bilmek istemediğimiz ertelediğimiz belki kaçtığımız bütün ölçüsüzlüklerin içine bir kadar sığdırıyoruz, ama onunda ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Basit bir sabah gün doğarken bugün ne kadar acı çekeceğim diye sorgulayabiliyoruz zihnimizi, fakat soruyu kelimeye dökmeden acının kadarı rahatsız ediyoruz bizi bilmemek eylemine sığınıyoruz, kendimizden kaçmak fikri, kadarı da kovalıyor o sırada.
Zaman diyoruz hayatımızda ertelediklerimiz için ama ne kadar zaman bilmiyoruz , sonra farkında olmadan bilmemek eylemiyle bir bağ kuruyoruz hayatımızda ve an geliyor bu bağdan rahatsız oluyoruz öğrenmek istiyoruz ama tam olarak neyi bilmek istediğimizi bilmeyen halimiz bildiklerimizi unutana kadar öteliyor bizi. İnsanın en büyük kaçışı kendinden her sabah, her öğlen, her akşam ve her gece. Özetle kaçtığınız sizseniz, kulağınızı sağır ettiğiniz iç sesinizse, öğrenmeye korktuğunuz her eylem birincil derecede yaşamınızı etkiliyorsa ne kadar süreceğini bilmediğiniz en ölçüsüz kaçışı yaşıyorsunuz demektir. Daha ne kadar diye uyanacağınız çok sabah bilmiyorum diye uyuyacağınız çok gece var. En az anneniz kadar sizi sevecek ölçü birimlerine açlığın verdiği kimsesizliği yaşıyorsunuzdur belki kim bilir?