Filmekimi 2016 Ankara – Filmlerin Listesi

Filmekimi 2016 Ankara – Filmlerin Listesi
7 Ekim 2016 09:25

15. yaşını kutlayan FilmEkimi programı çerçevesinde 7 – 10 Ekim tarihleri arasında Ankaralı sinemaseverler dünya festivallerinde gösterilmiş, ödüller almış birbirinden kaliteli yapımları izleyebilecekler. Dünya sinemasının büyük üstatlarının konuk olacağı FilmEkimi gösterimleri Büyülü Fener Kızılay Sinemasında olacak. Peki FilmEkimi’nde bu yıl hangi filmler öne çıkıyor? Hep birlikte bakalım:

>> Filmekimi 2016 Ankara’daki filmlerin programı için tıklayın.

Ben, Daniel Blake

İşçi sınıfının yönetmeni Ken Loach’a Özgürlük Rüzgarı’ndan sonra ikinci kez Altın Palmiye kazandıran Ben, Daniel Blake, dokunaklı olduğu kadar öfke dolu bir dram. Newcastle’da yaşayan Daniel Blake adlı marangoz, sağlık durumu nedeniyle çalışamamaktadır, ama sistemin çarpıklığı nedeniyle devlet yardımı da alamaz, iş aramak zorunda kalır. Daniel bu süreçte kendi gibi zorluk çeken bir anne ve onun çocuklarıyla dostluk kurar. Ken Loach ve yıllardır birlikte çalıştığı senaristi Paul Laverty, son yıllarda çektikleri en iyi film olan Ben, Daniel Blake’te gerçekçi yaklaşımlarından güç alırken bozuk sisteme ve boğucu bürokrasiye karşı dayanışmayı ustalıkla yüceltiyor.

Alt Tarafı Dünyanın Sonu – It’s Only the End of the World

Xavier Dolan’ın yine Cannes ödüllü son filmi, Nathalie Baye ve son yılların gözde ismi Marion Cotillard başta olmak üzere, Fransız sinemasının güçlü isimlerini oyuncu kadrosunda bir araya getiriyor. Alt Tarafı Dünyanın Sonu, ailesinden uzaklaşmış, 30’larının ortasında bir yazarın sorunlu ailesiyle yüzleşmesini konu alıyor. Louis, uzun yıllardır görüşmediği ailesini ziyarete gider. Amacı, onlara ölümcül bir hastalığını olduğunu söyleyip veda etmektir. Dolan’ın en olgun filmi olarak karşılanan ve Kanada’nın Oscar adayı olarak açıklanan Alt Tarafı Dünyanın Sonu, akıllardan çıkmayacak, güçlü bir melodram.

Julieta – Julieta

Usta yönetmen Pedro Almodovar’ın 20. filmi olan Julieta, bir kadının hayatının gizemlerine uzanan bir yolculuğu anlatıyor. Film, Nobel Ödüllü Kanadalı yazar Alice Munro’nun öyküsünden uyarlanmış. Hayat arkadaşıyla birlikte Madrid’den Portekiz’e taşınma planları yapan 50’li yaşlarındaki Julieta, yolda bir genç kadınla karşılaşır. Bu karşılaşma, onun dünyasını alt üst eder ve böylece Julieta’nın geçmişine doğru bir yolculuğa çıkarız. Almodovar benzersiz renk paleti, kadın karakterleri yaratma ve anlatmadaki ustalığıyla hem duygusal hem gizemli bir filme imza atıyor. Julieta, dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarıştı ve İspanya’nın Oscar adayı oldu.

Çakı Gibi – Swiss Army Man

Hank, düştüğü ıssız adada artık hiçbir kurtuluş şansının kalmadığına kanaat getirmiş ve hayatına son vermeye karar vermiştir. Artık pes edip kendini asmaya hazırlandığı anda, kıyıya vurmuş bir cesetle karşılaşır. Manny adını verdiği bu cesedin konuşabildiğini ve birtakım doğaüstü becerilere sahip olduğunu fark eder. Hank’in yalnızlığına son verecek olan bu mucize, onun bu adadan kurtulmasını da sağlayabilecek midir? Prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde büyük bir coşkuyla karşılanıp yönetmen ödülünü kucaklayan Çakı Gibi, yılın en tuhaf, en komik ve en ilham verici filmlerinden biri. Filmin çakı gibi ölüsünüyse Harry Potter filmleriyle üne kavuşan Daniel Radcliffe “can veriyor”.

Ağ – The Net

Kore sinemasının üretken ve yaratıcı isimlerinden Kim Ki-duk, Ağ’da Kuzey Koreli sıradan bir balıkçının içine düştüğü siyasal ve insani zorlukları odağına alıyor. Teknesinin motoru bozulunca kendisini Güney Kore’de bulan balıkçı, casus sanılarak gözaltına alınır. Sert geçen sorgu ve ikna sürecinin ardından Kuzey Kore’ye iade edilen balıkçı, burada da zorluklarla karşılaşır ve iki ideoloji arasında kapana kısılır. Ağırlıklı olarak bireylerle ilgilenen filmleriyle tanınan Kim Ki-duk, Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Ağ’da en siyasal filmlerinden birine imza atıyor. Ağ, doğulan coğrafyadan bağımsız, ideolojiler karşısında insanın gerçek değerini sorgulayarak bu özel örnek üzerinden dünyanın birçok yerinde yaşanan bir dramı yakalıyor.

O – Elle

Temel İçgüdü, Showgirls, RoboCop gibi tartışma yaratmış modern klasiklerin yönetmeni Paul Verhoeven hâlâ cesur ve kışkırtıcı. Hollandalı ustanın Fransa’da çektiği yeni filmi O, orta yaşlı iş kadını Michèle’in tecavüze uğradıktan sonra yaşadıklarını anlatıyor. Michèle, çocukken yaşadığı korkunç bir olayın hayatını mahvetmesine izin vermemiş, bu büyük travmayı soğuk ve acımasız bir karakter geliştirerek atlatmıştır. Bu kez kurban rolündense avcı olmayı seçer; tecavüzcüyü kendi yöntemleriyle bulmaya ve intikam almaya kalkışır. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan bu sıra dışı tür filminin başrolünde, büyük oyuncu Isabelle Huppert, kariyerinin en iyi ve en cüretkâr performanslarından birini ortaya koyuyor.

Frantz – Frantz

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Almanya’da küçük bir kasaba… Anna, savaşta ölen nişanlısı Frantz’ın mezarına her gün giderek onun yasını tutmaktadır. Bir gün Adrien isminde genç bir Fransız adam da çiçeklerle aynı mezarı ziyaret eder. Anna, Frantz’ın arkadaşı olduğunu söyleyen Adrien ile dostluk kurar, ancak hiçbir şey göründüğü gibi değildir. François Ozon, Venedik Film Festivali’nde yarışan Frantz’la melodram türüne yöneliyor ve Maurice Rostand’ın bir oyununu sinemaya uyarlıyor. Fransız sinemasının nev-i şahsına münhasır yönetmeni Ozon’un Frantz filmi takipçileri için ilklere tanık olacakları bir yapıt.

İki Eli Kanda – Hell or High Water

Tutku Nehri ve iki yıl önce İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz Yüksek Risk gibi ödüllü yapımlarla tanınan İngiliz yönetmen David Mackenzie, yeni filminde kamerasını Amerika’ya çeviriyor. Nefes nefese seyredeceğiniz bu modern western, bankaya borçlanan ve tek varlıkları olan aile çiftliğini ipotekten kurtarmaya çalışan iki erkek kardeşin hikâyesini anlatıyor. Parayı denkleştirmek için banka soyan Tanner ve Toby Howard, şehirden şehre dolaşarak izlerini kaybettirmeye çalışır. Ancak peşlerine düşen emektar polis müfettişi kolay kolay pes etmeyecektir. Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde gösterilen ve büyük beğeni toplayan filmin müzikleri Nick Cave ve Warren Ellis’e ait.

Sieranevada – Sieranevada

Bu yılki Cannes yarışmasının favorilerinden biri olan film, izleyiciyi bir yas evinde toplanmış kalabalık bir aileyle baş başa bırakıyor. Komünist aile dostundan, komplo teorilerine inanan kuzene birçok aile ferdiyle geçirilen vakit, izleyiciye insanlık durumlarından Romanya’nın yakın dönem tarihine uzanan bir yolculuk hissi veriyor. Mizahın ihmal edilmediği bu dram, hemen hemen tek bir mekânda geçse bile sinemanın imkânlarının ne kadar geniş olduğunu hatırlatan modern bir başyapıt. Sieranevada, Romanya’nın Oscar adayı olarak açıklandı.

Zombi Ekspresi – Train to Busan

Cannes Film Festivali’nde Geceyarısı Seansı’nda dünya prömiyerini yapan Zombi Ekspresi, kararlılıkları korku ve endişeyle zorlanan bir tren dolusu yolcunun hikâyesini anlatıyor. Önüne geçilemeyen bir virüs salgını tüm Kore’yi sarmışken, altyapı çökmüşken, hızlı trendeki yolcular başkent Seul’den ülkenin güneyine, zombilerin henüz ulaşamadığı Busan’a varmaya çalışıyor. Fakat ya Busan da düşmüşse? Güney Asya’da birçok ülkede gişe rekorları kıran filmin yönetmeni Yeon Sang-ho’yu ilk filmi Domuzlar Kralı adlı animasyonla tanıyoruz.

Desierto – Desierto

Desierto, yetenekli yönetmen Alfonso Cuarón’un oğlu Jonás Cuarón’un filmi. Çölü aşarak gizlice Amerika’ya giriş yapmaya çalışan bir grup Meksikalı mültecinin başında sıcak, vahşi hayvanlar ve Amerikan polisinden daha büyük bir bela vardır: Beyaz bir Amerikalı elinde tüfekle çölü aşacak mültecileri beklemekte ve onları birer birer avlamaktadır. Alfonso Cuarón’un yapımcılığını üstlendiği filmin müziklerini Fransız elektronik müzik yıldızı Woodkid yapmış.

Mezuniyet – Graduation

Kızının yozlaşmış bir ülkeden kurtulabilmesi için bir baba, kendisi de yozlaşır mı? Mezuniyet, Altın Palmiye’li Romen yönetmen Cristian Mungiu’nun imzasını taşıyor. Filmde doktor baba, kızının İngiltere’deki bursunu kaybetmemesi için lise bitirme sınavlarında hile yapmaya karar veriyor. Cannes’da En İyi Yönetmen Ödülü’nü paylaşan bu etkileyici dram, ahlak ve yozlaşmayla ilgili tespitleriyle evrensel bir nitelik kazanıyor. Usta işi senaryosu, etkileyici performansları, aileden yola çıkıp toplumu gösterirken alttan alta işlediği paranoya hissi ve gerilimle Mezuniyet, yılın en çok takdir toplayan filmlerinden.

Hizmetçi – The Handmaiden

Güney Kore’nin yıldız yönetmeni Park Chan-wook, Hizmetçi’de şehvet, entrika ve cinsel gerilimle örülü göz alıcı bir öykü sunuyor. Cannes Film Festivali’nde yarışan, Chan-wook’un çektiği bu dönem filmi, 1930’larda Japon işgali altındaki Kore’de geçiyor. Film, Zengin genç bir Japon kadın, onu kandırıp varlığını ele geçirmeye çalışan Koreli bir adam ve adamın tuttuğu Koreli hizmetçi arasındaki entrika etrafında dönüyor. Hizmetçi’nin kusursuz senaryosu, Chan-wook’un yarattığı dünyanın parlak stili ve dahice bir yönetmenlikle, izleyiciyi çok katmanlı bir gerilime davet ederken, olay örgüsü gereği an be an değişen performansların kalitesi de seyirciyi kendine hayran bırakıyor.

Aşk Mektupları – From the Land of the Moon

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası. Gabrielle, ailesinin baskılarını kıramamış ve İspanyol bir çiftçi olan Jose’yle evlenmiştir. Jose ona karşı dürüsttür ve âşıktır, ancak Gabrielle kendini bir mahkûm gibi hissederken, bu adanmışlığa hiçbir zaman karşılık veremeyeceğinin farkındadır. Bir gün bütün tutkularını ona yeniden hatırlatacak olan Andre ile tanışır. Beraber kaçmak için sözleşirler, ancak onları çevreleyen dünyanın buna izin vermeye niyeti yoktur. Nicole Garcia’nın Milena Agus’un romanından uyarladığı Aşk Mektupları, prömiyerini yaptığı Cannes’da adından Marion Cotillard’ın sağlam performansıyla söz ettirmişti.

Yazan: Oktay AYDIN

Bu yazıya 1 Yorum Yapıldı.

  • Ankara’da Hafta Sonu Hava Durumu (8-9 Ekim) | La Ankara
    7 Ekim 2016 10:01

    […] hafta sonu için dolu dolu planlar yapılmaya başlandı. 8-9 Ekim tarihlerindeki hafta sonu için Filmekimi 2016 ve CerModern Tasarım Pazarı, öne çıkan etkinlikler arasında. Ankara’daki etkinlikler […]

Bir Yorum Yazın